< Operasyona ve Olası Gelişmelere Dair

Dinci faşizmin "İmamoğlu hamlesi", bizim on yıl önce ortaya koyduğumuz "Sandıkla gitmeyecekler"in net kanıtı. Mevcut sistemin düzen içi kanallarla, bırakın değiştirilmesini, tekamül etmesi bile mümkün değil.

Gezi'de de gördük, İmamoğlu vakasında da... geniş emekçi kesim, nüfusun çok büyük bir kesimi, birikmiş ve kördüğüm halini almış yaşamsal sorunlarının çözülmesi için harekete geçmeye hazır. Tarihin şaşmaz kuralı işliyor. Tüm yetkenin tek bir merkeze toplanma süreci, karşı darbenin de o tek merkeze yönelmesini getiriyor. Bir genel bahane gerekiyor ve o genel bahane ortaya çıktığında derhal "tek adam"da somutlaşan düzene karşı harekete geçiyor. Marx'ın 1848 Fransası'nda mükemmel şekilde ortaya koyduğu durum, kuşkusuz bunu bir anıştırma manasında söylüyoruz, komedinin komedisi düzeyinde tekrar ediyor. Ne diyordu üstat: "İyi kazmışsın köstebek!"

Evet mevcut sistemin düzen içi kanallarla değişim dönüşüm geçirmesi mümkün değil. Bu açıdan "demokratikleşme" beklentileri tam bir boş hayal. Bunun "öylesine beklenti" değil, "mücadele ile kazanılacak bir süreç" diye ifade edilmesi bir şeyi değiştirmiyor. Düzen içi kanallarla yürütülecek hiçbir mücadelenin, böyle bir dönüşümü sağlama imkan ve kabiliyeti yok. Bir devrimle veya Lenin'in o harika ifadesini kullanacak olursak, "bir dizi devrimle" gerçekleşebilir "demokratik dönüşüm". İşçi sınıfının iki yüzyıllık uluslararası savaşım tarihi de, bizim en azından son elli yıllık sınıf savaşımı tarihi de bunu defalarca ve defalarca kanıtladı.

"Sandıkla gitmeyecek" olan ve bunu her fırsatta ortaya koyan dinci faşist iktidar, bu son hamlesiyle "düzen içi değişim" umutlarının tabutuna son çiviyi de çaktı. Bu aşamadan sonra sistem içinde, sistem içi güçlerin arzuladığı türden en küçük bir değişim ve dönüşüm için bile halk yığınlarının, işçi ve emekçilerin harekete geçmesi, asli değişim gücü olarak sokaklarda yerini alması gerekiyor. Sistemin ve faşist devletin yapısı ve konumlanışı, başka bir yol bırakmıyor.

Burjuva muhalefet için sokaklar demek, "Reisin Türkiyesi"nden bile tehlikeli bir durum demek. Burjuva devletin ve düzenin "kurucu partisi" olarak CHP'nin, öcü gibi korktuğu bir durum demek. Ama tarihin cilvesine bakın ki, tüm sorunların Gordion düğümü halini aldığı bu aşamada CHP, kendini on milyonlarca emekçinin bizzat sokaklara dökülen öfke ve basıncının önünde buldu. Ya bu öfke ve basıncı göğüslemeye kalkacak ve darmadağın olacak, ya bu öfke ve basıncın başına geçerek "tek adam"ı alaşağı edecek. Her iki olasılık da CHP için kabul edilebilir bir durum değil. O, düzeni korumak için klasik itfaiyeci rolünü oynamaya soyundu. Ama emekçi sınıflarda biriken öfke muazzam. CHP'nin yangın söndürmek adına dahi olsa yaptığı en küçük çağrı, anında milyonları harekete geçiriyor. Daha doğrusu düzenle hesaplaşmak için fırsat kollayan emekçi sınıflara bir imkan, bir olanak sunuyor. CHP yapabilse çoktan "Reis" ile uzlaşıp kendi kabuğuna çekilecek, ama nesnellik ona da izin vermiyor. Bu nedenle ne ileri gidebiliyor, ne geri çekilebiliyor!

Kuşkusuz ilişkilerin bu kompozisyonunda kişilerin özellikleri de sürece etkide bulunuyor. İmamoğlu'nun "klasik CHP" dışına taşan hırslı ve enerjik yapısı, hedefine ulaşmak için pek çok şeyi göze alıyor oluşu ve bunu her fırsatta ortaya koyması (ki bu özellikleri onu burjuva camiadaki "Tayyip karşıtı kamp" için tartışmasız bir lider haline getiriyor), düzenin iç dengelerini de, CHP'nin güncel geleneksel çizgisini de zorlayan bir etken. İmamoğlu sistemin en tepesine çıkmak için kitle hareketini (ki RTE'ye karşı onun elindeki en önemli silah budur) kullanmaktan çekinmeyen yapısı ile CHP'yi daha fazla "ateş hattına" sürüklüyor. Gözaltına alınma süreciyle birlikte bu yönü çok daha belirgin olarak ortaya çıktı. Sokakları "kendi iktidar mücadelesi"nin yolunu açmak için ustaca kullandığını, sokaktaki milyonların enerjisini sömürdüğünü gördük.

Kendini en tepeye taşımak için bile olsa sokakların önünü açmaya kalkan bir burjuva kesim, ateşle oynuyor demektir. Halk yığınları devrimci enerjileriyle mevcut düzeni şu ya da bu şekilde sokaklarda yıktığında, özgürlüklerin sınırlarını "tepedeki" bir avuç güç tek başına belirleyemez. Düzenin kurucu partisi CHP'nin (ve onun temsil ettiği sermaye düzeninin) asıl korkusu budur ve bu yüzden her daim "yangın söndürücü" rolünü oynar. İmamoğlu kişiliğinde ve mevcut dengelerde bu durum aşınıyor. Hiç kuşku yok, bunda bizzat emekçi sınıflarda birikmiş olan o muazzam öfkenin, uzun süredir patlamaya hazır toplumsal ruh halinin büyük rolü var. "Karaoğlan efsanesi" kendini yinelemez kuşkusuz, çünkü tarih kendini tekrar etmez.

Burada son bir noktaya geliyoruz. Dinci faşizm "İmamoğlu operasyonu"na uzun süredir hazırlanıyordu. Ve böyle bir adımın, ayaklanmak için fırsat kollayan işçi sınıfına ve emekçi kesimlere bir "genel bahane" sunacağını da gayet iyi biliyordu. (Böyle bir durum olmasaydı zaten çoktan "harcarlardı" Ekrem İmamoğlu'nu.) Tam da bu yüzden birleşik devrimin iki ayağında oluşabilecek eşgüdümü engellemek için bir yol bulmaları gerekiyordu. Ekim ayında "Bahçeli'nin uzanan eli" bir bakıma buraya oturdu. Tek veya temel sebep olarak söylemiyoruz. Her hal ve şartta hem bölgesel ve küresel dengeler, hem ülkenin iç dinamikleri, emekçi halkların büyük bir patlamanın eşiğinde oluşu, dinci faşist iktidarı böyle bir adım atmaya yönlendirdi. Ama bu hesapların bir yerinde tam da bu "İmamoğlu operasyonunun" olduğunu söylemek mümkün.

Bu şekilde birleşik devrimin iki ayağı arasında olası eşgüdümü baltalamayı başaracak olan dinci faşizm, şimdi "genel bahane"sine kavuşan yığınların sokaklara aktığı kalkışmayı, ayaklanmayı, devrimin en örgütlü gücü olan Kürt halkının aktif katılımından soyutlayarak bastırabileceğini ve bu sayede halkın ayaklanmacı enerjisinin önemli bir kısmını boşaltarak denetim altına alabileceğini düşünüyor.

CHP'nin içindeki Türkçü faşist damar, tıpkı Mansur Yavaş'ın açıklamalarında (ve sosyal medyaya yansıyan sayısız örnekte) kendisini açığa vurduğu gibi, Kürt halkının sokaklara akışının önüne adeta bariyer olmaktadır. Kimilerinin iddia ettiğinin aksine, bu, Yavaş'ın ağzından kaçan "maksadını aşmış bir söz" değil. Hatta bilinçli bir ifade olduğunu söylemek daha doğru. Kürt halkının katılacağı bir ayaklanmanın kesinlikle burjuva denetimi derhal aşacağı aşikar. Bu haliyle bile sokaklara akan milyonları denetim altına alamayan burjuva düzen, Kürt halkının da bu aynı ayaklanma sürecine katılmasını nasıl kabul etsin! Yavaş'ın ve benzerlerinin söylem ve açıklamalarını "yangın söndürücülük" olarak görmek, düzenin bekasını sağlama alma gayreti olarak ele almak çok daha isabetlidir. (İşin içindeki İmamoğlu-Yavaş rekabeti çok daha talidir.)

Sonuçta Kürt halkının "süreç" beklentileriyle ve CHP'nin Türkçü damarı eliyle ayaklanmadan uzak tutulması, sermaye düzeninin bekası için elzem. Faşist devletin düşüncesine göre böylelikle "Batıdaki" kalkışma ezilebilecek ve tabii bu adımın hemen ardından saldırı tekrar Kürdistan'a yönelecektir. Zaten bugüne kadar hiç hız kesmeyen saldırılar, çok daha yoğun ve bunaltıcı olarak tekrar başlayacaktır. Faşist devletin ve dinci faşist iktidarın hesabı kabaca böyledir.

Dinci faşizmin hesabı böyledir diye işler ona uygun gidecek değil. Günlerdir hareket yükseliş çizgisindeydi. CHP'nin "ön seçim sandıkları", işi sanki daha geniş bir alana yayıyormuş gibi görünse de, sokakları temizlemenin ve yeni bir beklenti yaratmanın yoludur. "İnce ayarlanmış yargı" eliyle şimdilik İstanbul'a çök(e)meyen dinci faşist iktidar, CHP'ye de bir soluk aldırmış oldu. Hem iktidar hem CHP açısından bundan sonrası olayın biraz "soğuması" süreci. Tabii gençler, emekçi sınıflar buna razı gelirse...

Halk yığınlara sokaklara akıyor, bu koca okyanusta küçücük bir damla olan sosyalist hareket de, genel olarak bu hareketin içinde eriyip gidiyor. Tıpkı Gezi sürecinde olduğu gibi. Oysa küçük örgütlü birimlerin devasa kitlelere yön verebileceği bir dönem bu. Yığınların doğal bir şekilde bir araya geldiği ortamda, bizzat tabanda küçük örgütlü birimlerin oluşturulabilmesi, onlar eliyle daha geniş kesimlere yön verilebilmesi gerekiyor. Küçücük örgütlerin yığınlarla buluşması bu şekilde mümkün. Ve ancak o şartlarda yığınların "CHP'nin insafına terk edilmesi" yanlışı, ortadan kaldırılabilir. Bu sürüklenme halinde işin varacağı nokta ya da daha doğru bir söylemle, sermayenin işi vardırmak istediği nokta, olayın soğuması ve sönmesi.

Dinci faşist iktidar son iki gündür acımasızca saldırıyor. Korku ve sindirme, kalabalıkları dağıtma derdinde. CHP de işi "seçim-sandık" mecrasına dökerek söndürme derdinde. Burada, bağımsız politik duruş, sınıfın bağımsız çizgisi, süreci karşlayacak politik söylem ve hedefler... Ve bizzat tabanda, gençler arasında, kadınlar arasında, işçiler arasında küçük örgütlü birimler yaratılması hayati önemde. Aksi halde bu devasa okyanus iktidar ve burjuva muhalefet işbirliği ile hızla geri çekilecek. Örgütlü müdahale, cesaret ve girişkenlik sermayenin planlarını boşa düşürebilir.

Sinan Kaleli