Üzerinden bir ay gibi kısa bir süre bile geçmeyen “Editör” makalemizin başlığı “Gümbür Gümbür Gelen Ayaklanma” idi.

Son iki gün içinde zirveye çıkan toplumsal gerilim bu öngörümüzün ne kadar doğru ve isabetli olduğunu gösterdi. Büyük bir halk ayaklanmasının öngünündeyiz. Sadece sağır kulaklar yer altından, dipten gelen ve her geçen gün daha iyi duyulan bu sesleri duyamaz.

Ne oldu son bir kaç günde? Önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nın diplomasını kurcalamaya başladılar. Doğru-yanlış hiç önemi yok, yargının dinci faşist iktidardan onun başından gelen emirlerle hareket ettiği düşüncesi toplumun geneline yayıldı. En ciddi meseleleri soruştururken aylar-yıllar boyu süründüren savcılıklar, şu “diploma” meselesini yangından mal kaçırırcasına bitirip halletmek istediler. Dinci faşist iktidar burjuva muhalefete yüklendikçe yüklendi. En sonu, İBB Başkanını yüzbeş kişiyle birlikte gözaltına aldılar. İstanbul'da bütün gösteri, yürüyüş, basın açıklaması gibi akla gelebilecek ne varsa 4-5 gün süreyle yasakladılar. (Sonrası bilinmiyor).

Bütün bunlar bardağın taşmak üzere olduğuna işaret ediyor. Baskı ve terör burjuva muhalefeti doğrudan hedef almaya başladı. Bu, özellikle Latin Amerika ülkelerinde sık sık tanık olduğumuz, hakim yönetimin devrimin öngününde burjuva muhalefete saldırma politikasını hatırlatıyor. Bir ayaklanma korkusu içindeki dinci faşist iktidar, baskı ve terör politikasını işçi, emekçi kitlelerden, Kürt halkından da ötelere taşıyarak burjuva muhalefet güçlerini kapsayacak kadar genişletiyor; gözaltı, kayyum atama ve tutuklamalara başvuracak kadar sertleştiriyor. Dışardan bakan biri, dinci faşist iktidarın “zıvanadan çıktı”ğını görür.

Dinci faşist iktidarı “zıvanadan çıkaran” baskı ve terörünün özellikle yoksul, emekçi kitleler ve Kürt halkı üzerinde yıldırıcı etki yapmak bir yana yasak tanımayan, karşı koyma, başkaldırma eğilimini geliştiriyor olmasıdır. Dinci faşist iktidarın, faşist devletin baskı ve terör politikası, amiyane tabirle söyleyelim, “yalama” olmuş durumda. Bir ay önce yayınlanan makalemizde yazdığımız gibi, dinci faşist iktidar “işçi sınıfını, emekçi kitleleri, ezilen halkları baskı, terör, zor yöntemleriyle egemenlik altında tutmaya çalışarak, gerçekte bir devrimin mekanizmasını hazırlıyor.” Burjuva muhalefete yapılan son saldırı bu mekanizmanın sıkılan son vidası olmaya aday.

Sözü uzatmaya gerek yok: Bir halk ayaklanması kapıda. Bugün Saraçhane'de toplanan kadın-erkek gençliğin attıkları “İsyan-Devrim-Özgürlük” sloganı her şeyi anlatmaya yetiyor. Evet, “umut sokakta; sandıkta değil”.

Asıl önemli olan bundan sonrasıdır. Devrimci güçler, devrimci öncü işçiler ayaklanmanın patlak vermesi halinde nasıl bir politika izlemeliler; mesele bu soruya verilecek yanıtta.

Başta Leninistler olmak üzere, birleşik devrime, bir halk ayaklanmasına önderlik etmesi gereken güçler, her şeyden önce politik hedefler konusunda son derece net bir düşünceye sahip olmalılar.

Bir halk ayaklanmasının başlıca hedefi, politik iktidarın ele geçirilmesi olmak zorunda. Burada “zorunlu”luğu bilerek vurguluyoruz, çünkü, politik iktidarın ele geçirilmesi hedefini birinci, temel amaç olarak önüne koymayan bir halk, zafer yüzü göremez ve dahası acı bir yenilgiden kaçınamaz. Bir halk ayaklanması, zafer için, gidebileceği en ileri hedefe kadar gitmek zorundadır. Bunun temel koşulu, birleşik devrim ve politik iktidarın ele geçirilmesi hedefini ayaklanmacıların önüne tartışmasız koymaktır. Sloganımız, “Devrim Ve İktidar” olmalıdır.

Birleşik devrimin olabilecek en geniş toplumsal ordusunu bir araya getirmek için, devrimci komünist partinin devrimci talepleri mümkün olduğunca kısa, öz hemen anlaşılabilir bir şekilde ayaklanmacıların önüne koyulmalı. Açlık, yoksulluk içinde yaşayan, yaşamdan kovulan milyonların önüne “Bankalara, tekellere, büyük sanayi işletmelerine, fabrikalara el koyma” talebi koyulmalıdır. Baskı ve terörden bıkmış, zindanlarda yatan evlatları “esir” muamelesi gören halk kitlelerinin önüne zindanların yıkılması ve tutsakların özgürleştirilmesi talebi koyulmalıdır. Kürt halkına kendi kaderini tayin hakkını koşulsuz tanıdığımızı ilan etmeliyiz.

Bütün bunları, egemen sınıfın baskı ve zor aygıtının özellikle militarist kurumlarının derhal dağıtılması talebiyle bütünleştirmeliyiz. Arkamızda Haziran Halk Ayaklanmasının büyük deneyimi var. Ondan mümkün olduğunca yararlanmayı bilmeli, çıkarılan dersleri yaratıcı biçimde ele almalıyız.

Devrimci öncü işçiler, Leninistler, devrimci güçler, kapıyı çalan, eli kulağında olan halk ayaklanmasına sıradan bir katılımcı gibi katılamazlar. Ayaklanmaya önderlik etmek, onu politik hedeflerine ulaşacak şekilde en ileri noktaya götürmek; bunun için ayaklanmacılara, sloganlarla, ajitasyonla, pankart ve dövizlerle yol göstermek tarihsel görevdir.

Bu görev şimdi önümüzde duruyor. Kaybedilecek bir an bile yoktur!