Zaferi Kazanacağız, Ama Nasıl?

Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’nin İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere bir dizi kentinde başını gençliğin çektiği ve kısa sürede onlarca kente yayılarak halk ayaklanması düzeyine erişen bir sokak hareketi yaşandı.

Milyonlarca insanın katıldığı, yaklaşık 10 gün süren eylemlerde ciddi bir kitlesellikle ve birçok kentte sokak çatışmalarına dönüşen bu eylemler faşist devlette ve sermayede ciddi bir panik havası yarattı. Genel bahanesi İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ilk önce gözaltına alınması ardından tutuklanması olsa da, sokağa çıkan gençlik ve emekçi yığınlar kapitalist toplumun yarattığı toplumsal sorunlardan ve çelişkilerden kaynaklı sokakları doldurdu.

“Hükümet İstifa” şiarının ön planda olduğu, politik özgürlük ve insanca yaşanacak bir ülke talebinin yaygın olduğu sokak eylemlerinde ve öğrenci boykotlarında devrimci coşkunun ve değişim isteğinin ne kadar güçlü olduğu tüm dünya tarafından görüldü. Genç kadınların birçok yerde harekete önderlik ettiği üniversite gençliği, üniversite boykotları ile geleceksizliğe, adaletsizliğe ve gerici eğitim sistemine karşı sokaklara aktı. Aynı şekilde sokaklara akan yüz binlerce emekçi insan sokaklara faşist baskılara karşı özgürlük isteğini haykırdı. Bu haliyle yaşadığımız ayaklanma Gezi ve 6-8 Ekim’den bu yana bu topraklarda yaşanan en kitlesel ve sert hareketlerden biridir.

Yaşadığımız bu başkaldırıya hakim ruh halinin Gezi’ye benzer olmakla birlikte özgün yanlar taşıdığını ifade etmeden geçemeyiz. Faşist devlet uzun yıllara dayanan iç savaş deneyimiyle, sokağa çıkış sebebi ne olursa olsun hareketin önünü almak için kitlelere en vahşi yöntemlerle saldırdı, devrimci öncüleri, eylemlerin başını çeken gençleri zindanlara tıktı. Diğer taraftan ise sokak hareketinin sistemi tehdit eder hale gelmesini engellemek için sermaye partisi CHP’nin eliyle politik çevirme hareketine girişti ve kitlelerin taleplerini iktidarın yıkılmasından “İmamoğlu’nun serbest bırakılmasına” daraltmaya çalıştı. Bu haliyle karşımıza çıkan tablo sokaklara akıp ayaklanma düzeyine varan milyonların enerjisine karşı devletin topyekün refleks verdiği gerçekliğidir. Yaşadığımızın bir başkaldırı, bir halk ayaklanması olduğu şüphesiz; hareket ileri gidemediği için şimdilik geri çekilmiş olsa da etkisi toplum genelinde sürmektedir. Ancak her toplumsal hareketin ardından gelişen duruma dair belli değerlendirmeler yapmak, belli çıkarımlarda bulunup geleceğe yönelik hazırlıkları buna göre yapmak gerekiyor.

1) Gezi Ayaklanmasından bu yana 12 yıl geçmesine ve faşist devlet terörünün kesintisiz bir şekilde sürmesine rağmen, emekçi sınıflarda ve gençlikte devrimci bir enerjinin biriktiğine ve düzene karşı harekete geçme isteğinin, eğiliminin çok güçlü olduğuna tanık oluyoruz. Başlayan hareket kendiliğinden bir sosyal patlamadır ve verili nesnel koşulların, sınıflar savaşımının bir sonucudur.

2) İstanbul eylemlerin ilk başladığı ve polis barikatının ilk yıkıldığı yer olmasından ötürü, hareketin odak noktası oldu. CHP’nin sokağa çıkan yüz binleri kontrol edebilmek ve hareketin emekçi semtlere yayılmasını engellemek için, kitleleri bilinçli bir şekilde Saraçhane’ye sıkıştırmaya çalıştı. Bunu yaparak aynı zamanda İstanbul’da kitlenin hareket kabiliyetini zayıflatmayı denedi, eylemlerin odak noktasını tek bir yere sıkıştırarak tüm kente yayılmasının önünü almaya çalıştı. Ancak üniversite gençliği atak, girişken ve militan yapısıyla eylemleri üniversitelerden kentin ana arterlerine, çeşitli meydan ve parklarına taşımayı başardı.

3) CHP, Saraçhane üzerinden Taksim’e yönelen sayısı on binleri bulan gençleri “provokatör” ilan ederken, gerçek sınıf karakterini ve devletin savunucusu olduğunu bir kez daha ortaya koymuş oldu. Militan gençler, sayıları on binlerle ifade edilebilir, polis barikatlarını teker teker yıkarak Taksim’e yönelirken, kendi örgütlü gücüne güvenmesi gerektiğini ve doğru taktik politikalarla hareket edilmediğinde hareketin tavsayabileceğini kavramış oldu.

4) Sokağa çıkan, başını üniversite gençliğinin çektiği kitleler, çeşitli ideolojilerden ve sosyal sınıflardan oluşan karma bir toplama sahip. Özlemleri, istekleri ve talepleri insanca yaşanacak bir ülke, geleceğe güvenle bakabilmek ve adaletsizliğin, faşist baskıların son bulmasıdır. Bu haliyle ortaya çıkan hareketin temel hedefleri demokratik halk devriminin asgari programı ile örtüşmektedir. Bundan dolayı yeni ayaklanmalarda emekçi yığınların ve gençliğin önüne devrimci iktidarın propagandasını ve asgari programını en net ve en yaygın bir şekilde ulaştırmanın araçlarını yaratmalıyız.

5) Devrimci güçler sokakta gelişen harekete sınırlı güçleriyle katılıp şiar taşımaya ve orayı ileri götürmeye çalışırken hareket üzerinde yeterince politik ağırlık kuramamasından ve devrimci odakların dağınık hareket etmesinden ötürü sokak hareketine yeterince müdahale edemedi. Sosyal reformist örgüt ve partilerin hepsi politik olarak hareketin gerisinden gelip, sermaye partisi olan CHP’nin şiarları ile aynı yerde buluşmuştur. Bu haliyle, bir kez daha sosyal reformizmin toplumsal ayaklanmalar patlak verdiğinde düzeni yıkmak şöyle dursun, o hareketi politik olarak aşağı çekmek için elinden gelen her şeyi yapacaktır. Gelecek ayaklanmalarda bu güçleri politik olarak bertaraf etmek ve onun politik etkisindeki tabanını devrime kazanmak bir devrimci güçlerin bir görevidir.

6) Üniversite gençliğinin demokratik ve kitle örgütleri formunda örgütlenmeye açık olduğu, birlikte karar almaya, tartışmaya ve ortak reflekslerle sokakta hareket etmeye ne kadar hazır olduğu gözle görülebilir. Ortaya çıkan boykot komiteleri, forum tipi örgütlenmeler, ağ tipi örgütler 21.yüzyıl devrimlerinin karakteristik özelliklerinden biri olarak önemli bir deneyimdir ve devrimci öğrenciler yaygın kitle bağlarını geliştirmek için buralarda aktif olarak yer almalıdır. Sokakları hızla fethedip barikatların üstüne yürüyen üniversite gençliği hiç şüphesiz, işçi sınıfının sokaktaki en büyük müttefiklerinden biri gençliktir ve sınıf hareketi ile bağları sıkılaştırılmalıdır.

7) Faşist devlet, Gezi Ayaklanmasından bu yana kendini polis gücü, askeri, teknik ve istihbari olarak daha da tahkim etmiştir. Sokak eylemleri başladığında bant daraltmasından sosyal medya yasaklarına, drone ile eylemcilerin tespit edilmesinden sokaktaki polis vahşetine kadar, tüm bu hazırlık karşı devrimin ayaklanmalara karşı kendini hazırladığını göstermektedir. Bundan ötürü başta Leninistler olmak üzere devrimci güçler, örgütsel güçlerini geliştirirken karşı devrimin bu hazırlıklarını boşa düşürecek, kitlelere önderlik edecek teknik, örgütsel ve politik hazırlığını tamamlamaya çalışmalıdır. Hızlı hareket edebilen küçük birimlerin ayaklanmacı kitlelerle kurulması, kitleye önderlik edecek ajitatör ve propagandistlerin yetiştirilmesi, ertelenemez görevlerimiz olarak önümüzde durmaktadır.

K. Taylan Kızıldağ