19 Mart günü üniversitelerde başlayan boykotlar, sokakta yankılanan protestolar ve sosyal medyada hızla yayılan tepkiler, uzun süredir bastırılan bir gençlik öfkesinin gün yüzüne çıkışını gösterdi. Bu öfke, tek bir mahkeme kararına ya da siyasi figüre sıkışmış değildi. Sokakta yankılanan “Kurtuluş Sokakta, Sandıkta Değil!” sloganı, gençliğin sistemin tamamına dair bir hoşnutsuzluğu dile getirdiğini ortaya koydu.
Bu süreçte sokağa çıkan gençliğin profili, kendi içinde oldukça katmanlıydı. Bir yanda sınıf bilinci netleşmemiş, ama yaşadığı hayatın adaletsizliğine dair sezgisel bir kavrayış geliştirmiş gençler vardı. Bir yanda liberal değerlerle büyümüş, ama sistemin bu değerleri bile ezdiğini gören bir kuşak... Diğer yanda kemalist duygularla, devletin “çöküşü”ne karşı “endişe”yle sokağa çıkan ama aynı zamanda kendi hayatındaki yıkımı da devletin “istikrar”ında değil, doğrudan sistemin kendisinde aramaya başlayanlar... Kimi zaman aynı yürüyüş kolunda “Hükümet istifa!” sloganıyla beraber “Yaşasın Sosyalist Gençlik!” haykırışları yükseldi. Gençlik, çelişkiliydi; ama öfkesinde samimiydi.
Bugünün gençliği, ideolojik olarak tam anlamıyla şekillenmiş değil. Bir kısmı hâlâ kurtuluşu sandıkta arıyor, burjuva muhalefete umut bağlıyor. Bir kısmı milliyetçi reflekslerle sistemin içinden çözüm arıyor. Ama bütün bu yönelimlerin içinde ortak bir duygu var: Bu düzen böyle gitmez! Gelecek yok, barınma yok, beslenme yok, ifade özgürlüğü yok… Ve bu yokluklar, gençliğin siyasi yönünü belirleyen başlıca deneyimlere dönüşmüş durumda. İşte bu yüzden gençlik artık sadece “şikâyet eden” değil; sokağa çıkan, boykot eden, kampüsleri terk eden, sosyal medyada çağrı yapan bir öznelliğe geçiyor.
Fakat bu eylemlilik hali, halâ kendiliğindenlik sınırlarını aşabilmiş değil.
Evet, gençlik barikata yöneliyor ama barikatı niye kurduğunu tam olarak bilmiyor. Evet, "sandık çözüm değil" diyebiliyor, ama neyin çözüm olduğunu kendi içinde oturtabilmiş değil. Öfkesinin yönü net; ama yönelimi halâ bulanık. Bu bulanıklığın kaynağı, sadece politik deneyimsizlik değil; aynı zamanda mevcut ideolojik iklimin de bir sonucu.
Reformizm, liberalizm, kemalizm ve zaman zaman şovenizm, gençliğin düşünce dünyasını kuşatmış durumda. Bu kuşatma, gençliğin öfkesini sistem karşıtı bir bilinç yerine, sistemin “daha iyisi”ni arama yönüne çekmeye çalışıyor. Fakat 19 Mart sonrası süreç gösterdi ki, bu yönelim artık gençliğe yetmiyor. Sosyal medyada her seçim döneminde yükselen “umut” dilinin yerini, bu kez “bıkkınlık” ve “sistem dışı arayışlar” aldı. Her köşe başında “sandığa git, değişsin” diyen söylemin karşısında gençlik ilk kez bu kadar yüksek sesle “Yeter!” dedi. Bununla birlikte, bu tepki halâ dağınık. Yani gençlik sistemden kopmak istiyor ama neyin kurulacağını bilmiyor. Devrim kelimesi daha çok ağızda dolaşıyor, ama içeriği halâ çok flu. Ve tam da bu yüzden bu süreç, gençliğin politizasyonunun hızlandığı, ama henüz yönünü bulmadığı bir eşik niteliğinde.
Gençliğin sokakta gösterdiği refleksin önemi burada: Bu artık bir şikayet değil, bir tavırdır. Ve bu tavır, ideolojik olarak netleştiği anda bir güce dönüşecektir. Reformistlerin, liberal muhalefetin, düzen içi solun bu öfkeyi yumuşatma çabalarına rağmen, gençliğin bir bölümü “barikat”tan geri adım atmıyor. Bazı forumlar, bazı fakültelerdeki işgaller, mahalle eylemleri, bu yönelimin nüvelerini yani özünü veriyor. Bu henüz küçük, ama önemli bir kıvılcımdır.
Bugünün gençliği kendini bir geçiş kuşağında buluyor. Ne tam anlamıyla sistem içi, ne de tam anlamıyla devrimci. Ama çelişkilerinden öğrenen, sorgulamaya başlayan, siyasi ezberleri kırma cesareti gösteren bir kuşak bu. Bu kuşak, eğer doğru bir politik hatla buluşursa, tarihsel bir rol oynayabilir. Eğer buluşamazsa, öfkesi sistem tarafından emilir, düzene entegre edilir. O yüzden bu süreci doğru okumak gerek.
Sokağa çıkan gençlik, henüz net değil ama yön arıyor. Bir kısmı halâ “daha iyi bir devlet” hayali kuruyor olabilir, ama artık büyük kısmı “bu devletin gençlere verecek hiçbir şeyi yok” diyor. Bir kısmı halâ seçime bel bağlıyor olabilir, ama artık çoğu “bizi kurtaramazlar” demeye başlıyor. İşte bu zeminde devrimci fikirlerin, Marksist-Leninist hattın karşılık bulma imkânı hiç olmadığı kadar güçlüdür. Ama bu da kendiliğinden değil, müdahale ile olur.
19 Mart sonrası gençlik profilini tarif ederken şunu unutmamak gerekir: Bu gençlik, kararsız değil çelişkili; pasif değil örgütsüz; ilgisiz değil yönsüz. Bu yüzden bugünün görevi yalnızca çağrı yapmak değil, anlamak ve kavrayışla yön vermektir. Devrimci gençlik hareketi bu anlayışı gösterdiği ölçüde barikatlar yalnızca direnişin değil, devrimin eşiği olacaktır.
Çelişkileriyle, öfkesiyle, potansiyeliyle gençlik tarihsel bir kavşağın eşiğindedir.
Barikatları, kapitalizmi yıkmaya!
İ.Faris Kıyam
Not: İ.Faris Kıyam’ın yazdığı ve https://gencyoldas.wixsite.com/gencyoldas sitesinde paylaşılan bu makaleyi önemi ve güncelliği nedeniyle yayımlıyoruz.