Üçüncü havalimanından önce inşaat işçilerine küçük çaplı birkaç grevde rastlayabilirdik.
Sorunlarını devletten ya da kapitalistlerden, inşaat diliyle müteahhitlerden kitlesel örgütlü bir şekilde değil de bireysel zor yollarıyla haklarını talep ettiklerini görürdük.
Merhaba ben lojistik firmasında kuryelik yapıyordum. Çalıştığı iş yerinden kovulan bir işçiyim. İşsizlik çok zor. Borçları ödeyemiyorsun, sürekli eksiye düşüyorsun.
Merhaba Antep’ten ulaşıyorum size. Yakın bir zamanda biz içiler; iş başı yapmayıp, fabrika bahçesinde uzun süre bekledik. Sorunumuz şuydu: normalde bizim aylıklarımız asgariden yüksekti. 1850 yatıyordu asgari ücrete yapılan zamdan önce. Maaşlarımızın yanında Asgari Geçim Ücretini ayrı alıyorduk biz. Zam geldi ve patron %26’lık zammı vermeyeceğini söyledi. 2020 lirayı bankaya yatırdılar, “100 lira da elden veririm” dedi.
Sorun böyle başladı.
Öfkeliyiz, kapitalizmin doğaya karşı uyguladığı tavırdan, her gün işten çıkarılan işsiz kalan her bir işçi dostumuza kadar öfkeliyiz. Bu yağmanın, bu dehaklığın sonu gelmemesinden öfkeliyiz.
Toplumda işsiz bir genç olarak yerimi aldığım günlerde uzun yıllardır görüştüğüm arkadaşlarım bana, bunun benim sorunum olmadığını, kapitalizmin yarattığı sorunlardan biri olduğunu anlattılar. Bunun bir devrim sorunu olduğunu anladığım günden beri arkadaşlarımla çayı, okumakta olduğumuz gazetenin yanında içer olduk.
Bugün tam 54 gün oldu, Sibaş Fabrikası önünde oturma eylemindeyiz…
Belki bir o kadar gün daha geçireceğiz. Orada ne kadar kalacağımızın bir önemi yok. Önemli olan zafere gitmemiz. Zafere giden yollar gül bahçesinden geçmiyor, bunun bilincinde mücadelemizi devam ettiriyoruz. Bu haklı mücadelemizi kazanmak için elimizden geleni fazlasını yapıyoruz.